MUTATIS MUTANDIS / Değiştirilmesi Gerekenler Değiştirildi

Bazı dostlar der ki: senden korkuyoruz, senden korkanlar var!
Bazı dostlar ise, senin neyinden korkulur ki, melek gibisin derler. Ben hangisiyim acaba? Korkulan bir cadı mıyım, sevilen bir melek mi?
Sanırım ikisi de benim. Hatta daha fazla yönlerimle de hepsi benim. Ama unutulmamalıdır ki, korku da insanın kendisiyle ilgili, iyi bakıp görmek de. Çünkü “baktığın benim, gördüğün sensin” “Ateş olsam cürmüm kadar yer yanar” fazlası değil ki! Korkuyu ise bazen, saygıyla karıştırdığımızı unutmayalım.

Birilerine zararı dokunana ayna tutmaktan, şişirilmiş bir egoyla, başkasını küçümseyenin ipliğini pazara çıkarmaktan, bazen fevri olsam da, köprüleri yakıp yıkmaktan korkmam, belki de bu yüzden tehlikeliyim! Ama eğer ben köprüleri yakıyorsam, ondan önce, onlarca defa kendimi yakmışımdır. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek” ise ahlaksızlıktır bencileyin, yapmadım, yapmam.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bana ne, diyemediğim için tehlikeli ve korkunç olabilirim! Bir de sezgilerim çok gelişmiştir, hissederim, “burnum” çok iyi koku alır, bu da korkutan bir tarafım. Zaten hisse, sezgiye, kokuya gerek kalmadan, benden gizlenen, başkalarını şaşırtacak biçimde “hooop” diye kucağıma düşer, ben ise uzun zamandır buna şaşırmayı bıraktım, buna “ilahi korunma” diyorum.
Yunus Emre’nin
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil” düsturumdur. Yani gönül kırmaktan korkarım, “Balam, taşa dokunacaksan elin sıcak mı diye yüreğinin üstüne koy, taşın da canı var.” cümlesini yüreğimin üzerinde taşırım.

Bir de yakınımdakilere eleştiride çok “cömerttim” ama övgüde de. Ama o insanla aramıza mesafe, soğukluk girmişse, hiç bir koşulda o insan artık, iyi ya da kötü sohbetimin konusu değildir. Bunu kendime yakıştıramam.
Bir de iyi zamanlarda birbirine edilen sözler, verilen sırlar itinayla ve ihanet etmeden saklanır. Canımı çok mu yaktı? Olabilir. Canının yakılmasını hakediyor mu? Olabilir. Ama bunu yapan asla ben olmam, asla. Çünkü ben, bana yakıştırdığımdan sorumluyum. Emanetlere ihanet hainliktir benim nazarımda, söze sadakat de olmazsa olmazım, çünkü söz akittir, hükümdür, bir adım ötesi ise “namustur”
Beddua da etmem. Evrene salarım ve karma işler. Söyleyeceğim her şeyi, keskin dilimle arkadan değil, yüze söylerim, birini vuracaksam eğer, gözünün içine bakarak, alnının ortasından vururum. Arkadan, kahpece, kalleşçe vurduğum hiç kimse, ama hiç kimse yoktur. Bazılarının aksine, sadece kendime değil, insana ve hayata saygım var benim.
Yazdıklarım Canan güzellemesi değil, Canan “salaklaması” sayılabilir. Belki de, elimden böyle davranmak dışında bir şey gelmiyor, yapamıyorum. Demem o ki, yaptığım şeye yaptım derim, hatta yapıyorum diye de, önceden haber veririm. O yüzden de yapmadığım “şeyleri” bana mal etmeyin, çamurunuz elinize bulaşır, yüzünüze bulaşır da, bana ulaşmaz. Her ne kadar çok nahif bir Canan portresi çizdiysem de, fıtratım bu olsa da, kısa bir dönem, olduğumdan farklı bir insana dönüşmüşlüğüm de vardır, kalbimden uzaklaştığım bir dönem. Yani daha çok helva desem de, halva demesini de bilirim. Malum teknoloji/iletişim herkesi ulaşılır yapıyor, “dengemi bozmayınız” Benden uzak, birbirinize yakın durun, birbirinize gizlenin, çünkü ayıbınız ve günahınız çok! (Tehdit değil, gerçek içermektedir!)

Hiç kimse ve hiçbir şey insanın yüreğinden ayrılarak söz söyleyip, ses vermesine sebep olmamalı. Ama yapılan haksızlıklara göz yumup amenna demek, haksızlığı yapana ödül vermek olur! O yüzden de, seni ait olmadığın türbülansa çekene, hakettiğince konuşmak ve davranmak “mübah”tır.
“Nim”el vekil” artık, bu değişecek… “Çalma elin kapısını, çalarlar kapını” diyeceğim bundan gayri..
Bilginize…
Canan Kayışlı


Yorum bırakın