Zaman yok, çok hızlı yaşıyoruz artık, yetişmemiz gereken çok şey var, herkese ve her şeye yetişmek zorundayız çünkü, mecburuz hatta, hayat var, hayat kaçıyor sanıyoruz. Hayatı yaşamaktansa onun peşinden koşuyoruz, yaşamadan ve yaşatmadan…
Zamanımız yok…Kendimizi daha önemli ve daha özel hissetmenin koşullarından biri adeta, her yere ve herkese yetişmek…Ne kadar çok insan tanırsak, sosyal medyada, sayfamızda ne kadar çok “sayı” varsa vavvv efekti yanımızda, bu da “havalanmak” için, ayakların yerden kesilmesi için bir neden…
Zamanımız yok artık kimselere nasılsın demeye de, cevabı duymaya da…
Hatta “Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya”
Yüzeysel ilişkiler, dostluklar, arkadaşlıklar kuşatmış dört bir yanımızı… Günaydın, iyi akşamlar tahtarevallisinde bir o yana bir bu yana gidip geliyoruz…Fazla söze gerek yok artık..100 bilemedin, 150 sözcükle yaşar olduk… Fazlası maazallah beyin yorgunluğu yapar, aman dikkat… Fazla kurcalamak, sorgulamak, düşünmek zaman alır, beyni aşındırır, sakın!
Teğet geçiyoruz her şeyi, her şeye, herkese ve kendimize teğet, mış gibi yaşayarak, her şeyden biraz, ucundan azıcık! Çok insan olsun hayatımızda istiyoruz, çok yerde olalım, her yere yetişelim, her şeyi yaşayalım, mümkünmüş gibi. Belki de mümkün, her yerde olmak mümkün, ama her yerde bir parçası kalır insanın, bir parçası olur. Derinleşmeden, püfür püfür yüzeysellik kokan, öğrenmeden, öğretmenden yaşamak mümkün; ama nereye kadar?
Çok yerde olmak, hiçbir yerde olmaktır ya da hiçbir yerde olmamaktır. Çok insanda olmak, olduğunu sanmaktır, “parçalanmaktır”
Çok geç olmadan, kaybolmadan, kendini, hep bir yerde kalanlarını, toplamak zorunda kalmamak için, yavaşlamak, kendini dinlemek ve duymak elzem. Kızılderililerin yaptığı gibi, ruhun bedene yetişmesi için, yavaşlamak elzem. Çünkü
ruhumuz bedenimize yetişemiyor, koşmaktan, belki de kaçmaktan…
“Allah’ım,
Beni yavaşlat
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir…
Zamanın sonsuzluğunu göstererek, bu telâşlı hızımı dengele.
Hayatta hızı arttırmaktan, çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…”
Sahi biz, kendimizi nerede ve ne zaman kaybettik?
Canan Kayışlı

