Her daim çirkin olduğunu söylüyormuş ona, aynaya bakmaması gerektiğini, çünkü selülitleriyle aynayı kirletebileceğini söylüyormuş…Kilosuyla alay ediyormuş sürekli, ismini unutmuş gibi, sadece yağ deposu diyormuş ona, yağ deposu…
Ve daha da fazlası var! Anlattıkça ağladı, ağladıkça açıldı, şeffaflaştı, içinde biriken katranları döküyordu adeta, acıtan bir acı akıyordu gözyaşıyla birlikte.
Uzun yıllardır birlikte olduğu sevgilisi, kötü davranıyormuş ona; içinde bir yerlerde, yapılanın kötülük olduğunu bilse de, kadın inanmış çirkin ve
gereksiz olduğuna… İnanmış ve psikolojik olarak bitmiş bir durumda, haleti ruhiyesi çökmüş, “o” şişko dedikçe, beriki kilo almış, “o” aynaya bakma dedikçe, beriki kendine de bakmayı bırakmış…
Neden dedim, neden birliktesin bu kadar canın yanıyorsa? Beklediğim gibi “seviyorum” demedi, dedi ki “yıllardır beraberiz, ben yalnız kalamıyorum, “yenisini” bulmak da kolay değil ve çocuk istiyorum”.
Ben de sustum önce, sustum, anlamaya çalıştım, çünkü insanı rahatsız eden her şeyin birdenbire değiştirilemeyeceğini, her şeyin izafi olduğunu öğreneli çok uzun zaman oldu. Ama bu kadar aşağıladığı ve (sözde) beğenmediği bir kadınla, adamın neden birlikte olduğunu, yaşadığını merak ettim ve kadına bunu sorduğumda,
başı bir kuğu gibi yükseldi ve sanırım gözleri de parladı: “beni çok seviyormuş” dedi. Sevgi bu muydu gerçekten, böyle miydi?
Bunları anlatan kadın, eğitimli bir Alman kadın ve burası Almanya…
Kadın her yerde aynı, kadın her yerde, her toplumda ezilen, kendini ezdiren olabiliyor.
Çocukluk, insanın kendine güveninin gelişmesi için, en önemli zaman dilimi… Küçükken yetersiz, az verilen, alınamayan sevgiyi, doğru sevgiyi, büyüyünce yanlış kişilerden almaya çalışıp, eksiğini gidermeye çalışıyor kişi. Belki de insan doğru sevgiyle yeşeremeyince, yetişkin olamıyor, cüssesi büyüse de, duyguda, duygusal olarak çocuk kalıyor.
O boşluğu doldurma çabası çok derin yaralar ve daha büyük boşluklar açabiliyor…Görebilmek için, bazen uzaklaşmak gerekiyor, yaşadığın yerden, çevreden, insanlardan, kendinden; kendine ve yanındakilere, hayatına yukarıdan bakmak gerekiyor, kuş bakışı.
O zamanlar bir kuyunun dibine düşmek, orada kalmak ve boğulmak da mümkün, o kuyuya başkalarını, “kurban” etmek de. Çocuklukla ve geçmişle yüzleşmek de mümkün, kendine ayna tutmak da, zor ve zorba olsa da aynaya bakmak da mümkün, kendini affetmek, kendini sevmek, kendinle uzlaşmak, barışmak da.
Ve herkes beni sevsin, onaylasın yükünü atıp, hafifleyerek yaşamak da mümkün.
Ezcümle :“Psikologlara/psikiyatrlara, hiçbir zaman gerçek hastalar gelmez, gerçek hastaların hasta ettikleri gelir”
Unutmamalı, hiç unutmamalı, bu hayat benim ve kimsenin avucuna bırakmayacak kadar değerli.
Canan Kayışlı

