AD ASTRA PER ASPERA / Yıldızlara, Zorlukları Aşarak Ulaşılır

Ahh ben… Gerçek Dost/arkadaş yönünden dünyanın en şanslı birkaç kişisinden biri olabilirim. Çünkü gözü kapalı güvendiğim, güç ve el veren; gözünü kapatıp güvenen, hiç sorgulamadan “Canan yapmışsa doğrudur” diyen insanlarım var. Dedim ya bu konuda çook şanslıyım.
(Sırtımdan vuranları, enn yanımda olması gereken zamanlarda kaçanları, düştüğümde “ama sen çok güçlüsün” diyerek seyirci kalanları da unutmadım)
Yıllar yıllar önce, bir koyun misali seçilen taraftaydım. Yani “birileri” tarafından seçilir ve önceliklerde buluşamazsak da hayır deme özürlü olduğum, aman da kimseler üzülmesin düşüncesiyle birilerine katlanırdım. Sonra sonra oldu ve belki büyüdüm, belki öz değer gelişti (tamamlanmadığımı biliyorum), belki de kendime güvenim arttı (hâlâ eksiğim) karşı tarafa geçtim, yani seçen tarafa. Çevremde, yanımda, yanı başımda istediklerime ben karar verdim, ben seçtim; fazlalıkları gönderdim, eledim, defettim hayatımdan. iftiralar ve çirkinliklerini bulaştırmaya çalıştılar, ayaklarına dolandı, çamurları ellerine ve yüzüne bulaştı;
maddi bedelleri ise “canınız cehenneme, hiç bir şey benim onurumdan önemli değil” diyerek, avucumu sıkarak, tırnaklarımı etime geçirerek, dişlerimi kırmak pahasına sıkarak, gözyaşlarımı içime akıtarak, hatta göz pınarlarımı kurutarak ödedim, geri adım atmadım, eğilmedim, bükülmedim. Ve asla, ama asla pişman olmadım. Keşke demedim. Hayat da
ödüllerini/ hediyelerini cömertçe sundu bana.
Bu yazdıklarımdan her şey güllük gülistanlık sanılmazsın, hayatımın içinde herkes kadar, herkes gibi inişler-çıkışlar hastalıklar, tartışmalar, kavgalar hep var, olacak da, çünkü “ayrılık da sevdaya dahil” demiş ya şair, düşüp kalkmak da hayata dahil. Benim söylemek istediğim başkaydı aslında….

Zaman zaman, belki de çoğu zaman, yakınlarımın tahammül sınırını aştım. Çünkü bende engelle(ye)mediğim keskin mi keskin bir dil var, çünkü insanların görmek istemediklerini gözlerinin içine sokuyorum, çünkü duymak istemediklerini defalarca söyleyip, duyurana kadar çığlık atıyorum, çünkü onların yerine, onlar için düşünüyorum, çünkü onlar için onların yerine çabaya düşüyorum, çünkü onları harekete geçirip, ataleti, üzerlerindeki ölü toprağını atmak için onları sarsıyorum. Bunlar iyi, güzel, yararlı gibi gözükse de, insan/lar hazır değilse acı verir, yorar, beni de, onu da/onları da; bunu öğrendim, gördüm ve çok üzüldüm (psikolojik, ruhsal ve karmik analizi yapılmıştır 😊)

Bu yüzden de kendimi birilerinin bir şeyi sanıp, “kurtarıcı, anne, doğrucu Hatçe” sıfatlarını kalın kalın giydiğim görevlerimden istifa ediyorum, ben artık hiç kimsenin hiç bir şeyi değilim (özellikle de doğrucu Hatçe, hiç değilim)

Kendime “balam, taşa dokunacaksan elin sıcak mı diye yüreğinin üstüne koy, taşın da canı var.”* demekten vazgeçtim, taşın canını düşünürken, pamuklara sardığım insan/ların taş şöyle dursun, kayaları bana yollamaları ya da gönderilmesine engel olmamaları incitti, yaraladı, şaşırttı, yordu ve ahh dedirtti. Meğer insan nasıl yaşamak istediğine kendi karar veriyormuş, meğer insan kendine yakıştırdığından kendi sorumluymuş, meğer insan gücü kadar eyleme geçebilirmiş, meğer insanın asıl rehberi öncelikleriymiş ve insanın konfor alanını terk etmesi hiç de kolay değilmiş, meğer geçmişte yapmadıkların ya da yaptıkların bugününe pranga, yarına cezaeviymiş, meğer her şey zamanını beklese de, istek ve hareket şartmış, çünkü Kader çabaya aşıkmış.

Ve meğer ve meğer ve meğer…
“İnsanları zorla kendi cennetinize götüremezsiniz”
Canan Kayışlı


Yorum bırakın