Üç Kere Çağırın Çocukları Sofraya

Bir bayram günüydü. Büyük halamı, yani babamın halasını ziyarete gitmiştik babamla. Halam köyün zenginiydi, belki de en zengini. Disiplinli bir kadındı. Asil, vakur, gözü pek, gönlü bol…

Bayram ziyaretimiz öğle yemeğine denk gelmişti. Evin ahşaptan yapılma geniş bir sofası vardı. Sofaya genişçe bir yer sofrası serilmişti. Ben diyeyim otuz, siz deyin kırk, kalabalık bir yetişkin topluluğu sofranın etrafını çepeçevre sarmış iştahla tarhana çorbası içiyorlardı. Sofrada bir tek kuş sütü eksikti. Etli kömbe, içli köfte, kuru dolma, yaprak sarma ve neler neler…

Bizi sofraya buyur ettiler, babam bağdaş kurdu oturdu. Pilav üstü tavuğa yumuldu. Ben sofanın girişinde eşikte öylece durdum. Utancımdan yüzümü mutfak merdivenlerine düşürdüm. Hizmetçiler dört dönüyor, boş tabaklar alınıp yerine dolusu konuyordu.

İlk defa gidiyordum o eve. Halam, “Sofraya gel” dedi. Ben başımı yerden kaldıramadım, merdivenlere düşürdüğüm yüzümü toplamakla meşguldüm. Yüzüm al al olmuştu. Bu sefer de halamın büyük kızı olduğunu sonradan öğrendiğim ağ benizli kadın “Gel yavrum.” dedi, “İçli köfte ye.” Öyle içten söylemişti ki, yüzümdeki utancı cebime koyup bir adım attım sofraya doğru. Babam, “Yemez!” dedi, “Bal verseniz yemez.” Bir adım daha atamadım.

Bal olsa yemezdim, doğru. Amma içli köfte yenmez mi? Halamın ağ benizli kızına takıldı gözlerim. Gerdanında bir çift siyah ben vardı. Türk filmlerindeki Türkan Şoray benleri gibiydi. Benleri oradan alıp kendi gerdanıma koyasım geldi. Neden sonra hatırladım ki benim de göğüslerimde ben vardı ve ağ benizli kadının benlerinden daha güzeldi. İlkokul dördü bitirmiştim. Öğretmen abimin nişanlısı bir keresinde leğende çimdirmişti beni. “Kııız! Elmaların hoplamış ya senin.” demişti. Elma neydi, hoplamak neydi anlamamıştım ama o gün de yüzüm bugün gibi kızarmıştı. Naylon leğenin içinde ufaldıkça ufalmıştım. O gün de suratım leğendeki sabunlu suya düşmüştü. “Utanacak ne var, hadi kaldır yüzünü.” diye kıkırdamıştı abimin nişanlısı. Sonra “Şu benlerini bana versene.” demişti de ben ilk defa döşümdeki benlerimi fark etmiştim.

Tam da bunları düşünürken, ağ benizli kadın ağzını kocaman açtı, buharı üstünde içli köfteyi yarı yerinden ısırdı. Ağzının kenarını diliyle yaladı. İçli köftenin salçalı yağı parmaklarının arasından dirseğine doğru süzüldü. Diğer yarısını ağzına atarken parmaklarını da ısırdı.

Ben olduğum yerde ağ benizli kadının lokmalarını sayarken yutkundum. Dönüp yüzüme baktı. Utancımı çıkarıp, merdivenlere düşürdüğüm yüzümü takındım yeniden. Bir kere daha çağırsa beni, çekirge gibi sıçrayıp sofrada alacaktım soluğu. Çağırmadı.

İki kere yetmez, üç kere çağırın çocukları sofraya.
Hele günlerden bayramsa, yetişkinler oturmasın sofraya…

Senem Açıkgöz


Yorum bırakın