Hani susarsın ya bazen, tam da bir çölün ortasındaymış gibi. Bir kaynak bulursun
tesadüfen. Önce kaynak olduğunu anlamazsın, yaklaştıkça alır susuzluğunu esintisi bile.
İşte buna benzer bir deneyim yaşamak, anlatmak istediğim. ‘Anı yaşamak’ diye sunulan
sana, ilk karşılaştığında. O kadar da hesap kitap yapan bir yapın varsa bu ters gelir
önce, ama ‘denemeliyim bunu’ dersin bir süre sonra, bilinmeyen çeker seni…
Bunca yıl hiç bilmemişsindir, nedir bu ‘anı yaşamak’? Korkarsın içten içe ama
öğrenmeye gönüllüsündür. Hoşuna da gider yaşayınca, gerçekten de herşeye değer
olduğunu görürsün. Öylece yaşamak, nefes almak gibi, anı paylaşmak, hiç
konuşmadan, gözlerde, bedende. Ruha nüfuz edercesine… Çok güzeldir, çok derin…
Bırakırsın kendini o anın kollarına, hiçbir şey düşünmeden, sadece yaşamak için sana
sunulan zaman diliminin sınırları içinde, umarsızca…
Yaşarsın defalarca… Sorgulamadan… Sadece anı…
Ve bir gün farkedersin ki şimdiye dek hep karşındakini mutlu etmek için dokunmuşsun,
hep önce suyu karşındakine sunmuşsun, başkalarının sussuzluğunu gidermeyi görev
bilmişsin kendine Oysa artık kendin içiyorsundur o sudan kana kana. Üstelik paylaşarak
ve kendin için dokunuyorsundur o yoğunluğa. ‘Gerçek ben’i görmek gibi karşındakine
baktığında, o ana dek şefkati aslında bilmediğini, hep kuyruğu dik tutmayı ilke
edindiğini, bu yüzden de duyguları hep hapsetmiş olduğunu anlarsın. Orada ilk kez
duygularla karşılaşırsın, çölün ortasında ne yapacağını bilmemek gibi, zayıf kalmak gibi.
Nereye yönleneceğini bilmeden bir kaybolmuşluk duygusudur hüküm süren ama
karşındaki değerlidir, onu korkutmak istemezsin, susarsın, beklersin. Alışmayı, bu yeni
duygulu haline… Bu kez duyguları ayrıştırmayı öğrenerek kontrol edersin. Büyümektir
bunun adı şüphesiz, yaşın kaç olursa olsun, büyümek.
Sonra gün gelir, düzen değişir, elde olmayan nedenlerle! Birinin parmağına bal çalıp
sonra kavanozu ebediyen saklaması misali. Anı yaşamak olgusunun sürekliliği bozulur.
Ve uyanırsın birden. Karşındaki yok olmuştur, hissetmez olursun varlığını. Ve anlarsın
çölde serap gördüğünü. O düzende yoksundur aslında. Uyanmak, uyandığında yalnız
kalmak gibi. Aslında sadece sen yaşamışsındır o dönüşümü belki de, sen yaşamışsındır
anı, o ise büyük olasılıkla ‘anlık’ yaşamıştır. O an anlarsın aradaki farkın iki harften çok
daha fazlası olduğunu.
Karşındakinin sessizliğinde boğulurken bile, anlamaya çalışmışsındır kendince…
Aramamak, üzerine gitmemek, oluruna bırakabilmek adına, ama dayanamamışsındır
yokluğuna, sormuşsundur tekrarı var mıdır bu “anı yaşamaların” diye. Varsın adı olmasın demişsindir yaşanılan şeyin, isimler, sıfatlar önemli değil sonuçta ama iletişim
kurabilmeyi, olup biteni anlamayı hak etmişsindir en azından. İki kişi arasında yaşanılan
her ne ise değerlidir, saygıyı hak eder diye düşünüyorsundur. Ama bunu düşünen yalnız
sensen eğer canın acır. Karşındaki “değişen bir şey yok, kafanda olumsuz şeyler kurma”
der sana bir gün, ama değişen çok şey vardır aslında. Neredeyse her şey değişmiştir.
“Ben de istiyorum ama…” diye başlayan cümleler, “hiç vaktim olmuyor” şeklinde
devam ediyorsa eğer, sen bir alo ile “aklımdasın, ama inan yeni düzeni oturtamıyorum”
ya da “nasılsın” denmeye bile değer değilsen diğerinin gözünde sakın gözyaşı dökme o
zaman. Bir kaybın yok. Yaşadığın senin deneyimindir, karşındaki teğet bile geçmemiştir
belki bu yaşanılandan. Döktüğün gözyaşı onu yitirdiğin için değil de kendinle buluşma
anlarına son verildiği için ve bir diğerine öyle dokunamadığın için olsa bile, ağlamaman
gerektiğini anlarsın. Konu aslında çok daha derinlerde gizlidir. Sen o kişinin sende
yarattığı üzüntüye değil de, çocukluğunda yaşadığın bir terk edilme durumu anının
acısına dönmüş, içindeki çocuğun acısını hissediyorsundur. Bu hikayede sen ve senin
çocukluğun vardır, o kişi senin sayfayı çevirmen için bir araçtır, bir hatırlatmadır
sadece.
Sonuçta susuz kaldığın günleri unutmayıp gözyaşlarını içine akıtır, birkaç zaman sonra
da unutursun. Bir sonraki hikayeye dek.
Kafanda bir soru kalır bu deneyimden: kaç kişi vardır anı yaşamak ile anlık yaşamak
arasındaki farkı bilen?

