Anılarımı ve bu anıların içimde tazeliğini koruyup, ansızın yaşanan bir şeyle fışkırarak sözcüklere dökülmesini seviyorum.

İstanbul’da Kartal’da geçen dede evimin o güzelim çocukluk hatıralarımı, etrafımda olan bitenleri, yaşanan hikayeleri, değişik insanları hep sıcacık anılar olarak saklıyorum.
Biran geliyor hepsi bir ırmağın denize dökülüşü gibi dökülmeye başlıyor.
Bazen zihnimi bir takım şeyleri hatırlamak için zorluyorum.
Çünkü zihnimin küçük bir yerinde flu bir halde kalmış hatıraların netleşmesini istiyorum.
Caddeye açılan dar sokağın içinde, yaşanmış her anın izlerini ve ağırlığını üzerinde taşıyan ahşap bir evin hikayesi dün zorladı zihnimi.
Öyle merak ederdim ki o evi.
İçindeki insanları, özellikle cuma günleri bahçede yaşanan o ritüelleri.
Yaz akşamlarının denizden gelen o mis gibi iyot kokusuna, bahçedeki mimozaların bayıltıcı kokusu karışırdı.
Gün boyu evden, yapılan yemeklerin kokusu gelir, sokağı sarar, ellerime dokunup geçerdi.
Vera Hanım derdi anneannem ev sahibinin adına.
Benden biraz büyük bir de torunu vardı adı Marsilya…
Onunla evlerimizin baktığı, hafta sonu sebze pazarının kurulduğu tozlu arsada oynardık arada.
Vera Hanımın yaptığı her yemek olaydı sokakta, herkes tarifini alır, birbiriyle yarışırdı.
Sefarat Yahudisi onlar, mutfakları çok zengindir ve lezzetlidir derdi dedem.
Tıpkı bizimki gibi diye eklerdi.
Bir topluluğa ait yeme içme alışkanlıkları o topluluğun kültürünün bir parçasıdır.
Türk mutfak kültürünü etkileyen şeylerin başında 1923 senesinde zorunlu göçe sevk edilen Selanik’den gelen göçmenlerin büyük etkisi olmuştur.
Yemek kültürü ve çeşitliliğini önce Türkiye ye, sonra dünyaya yaymışlardır.
Vera Hanımın yaptığı lezzetli yemeklerin sırrını öğrenmek için arada sırada onlara gitmek isterdim.
Onlarda yemek yemek.
Yemek dualarını hayretle izlemek.
Anneannem izin vermezdi ama.
Bazen sadece kapıdan bakmakla yetinirdim.
Kocaman bir duvar aynasının önünde bir sürü mum yanardı.
Porselen yemek tabakları hep konsolun üstünde dururdu.
İnce zarif çiçekli.
Patlıcan kızartmasına sarılı kocaman bir dilim peynir yemiştim bir keresinde.
Bir de rakılı simit.
Tarçınlı susamlı kurabiye.
Onları bizden farklı sanırdım.
Çocukluk işte.👇
Ertesi sene yaz geldiğinde anneannemlere geldim ama o ahşap ev yoktu artık.
Ne de Vera Hanımın yaptığı güzel yemeklerin kokusu, vişne likörü, rakılı simit…
Ev yıkılmış, yerinde kocaman bir toprak yığını vardı.
Bu yaşıma geldim ne o evi, ne de yemekleri unutabildim.
Bu sene Büyükada’ya gittiğimde, vapura birden önce oraları ziyaret etmek geçti aklımdan, sanki burnumda enfes yemek kokuları beni oraya davet eder gibiydi.
Ama yapmadım, gitmedim.
Göreceklerimden korktum.
Beni nasıl mutsuz edeceğinden.
Ben çocukluk hayallerime gömülmüş yaşarken, niye ruhumu incittim dedim.
Sırtımı döndüm ahşap evin denize açılan o dar sokağına, “kalmışmıydı sokak orda” derseniz.
Tabi ki hayır.
Denizde artık sokaklardan çok uzakta…
Hepsi hayalimin ve anılarımın bir parçası.
Vera Hanım da…💞


Yorum bırakın