FERE LİBENTER HOMİNES İD QUOD VOLUNT CREDUNT / Kural Olarak İnsan Olmasını Umduğu Şeye İnanır

Dikkat! Yazı çok feci bir gerçeklik ve çok kişi içermektedir, bilginize…

İnsanın yaşadıkları, doğduğu aile, içinden çıktığı, çıkamadığı toplum ve ona dayatılanlar ve illa ki kişilik yapısı, hayattaki duruşunu etkiler. Hayatı boyunca hiç korunmamış, güçlü olmak dışında bir şansı olmamış, bedenine sabır ve güçten monte ettiği kanatları altına hep birilerini alması gerekmiş,(spiritüel ve kuantum tarafını bir yana bırakalım lütfen) bu şekilde yaşamış insan, doğaldır ki, korunma içgüdüsüyle, kaplumbağa misali, sertlikten bir zırh giyinir, kendini kendi korumak zorunda olduğu için, mesafelidir, elinde bir kalkanla yola çıkar, yol alır, yaşar, sertlik ve kalkan onun bir parçası olur, yaşadığı sürece; biri/birileri ona hayatın güvenilir bir yer, insanların “öcü” olmadığını gösterene kadar! Sonra o güvendiği birileri, onu güveninden vurur, o yine yeniden gardını alarak yaşamaya devam eder ve öğrenir ki, asıl güvenmesi gereken kendisiymiş, çünkü kanatları olduğunu hatırlar!

Yıllarca giymeye kıyamadığım, sakladığım, yirmi beş yıl önce çalıştığım yuvadan ayrılırken, yuvadaki tüm çocuk ve iş arkadaşlarımın üzerine resimler çizip, isimlerini yazdığı bir eşofmanım var. Bir kenarda unuttum da mı giymedim, yoksa kıyamadım mı bilmiyorum. Bugünkü aklımla “kullanmak ” eskitmek gerek diyorum; çünkü kıyamadıklarımız ya bize kıyıyor ya da işlevsiz eskiyip yok oluyor/muş!
Hiç kimseyi, hiç bir eşyayı, hiç bir duyguyu, geleceğin, yarının bekçiliğine atamadan, saklamadan, ertelemeden bugün, hemen şu ana taşımak, bugüne taşımak istemediğin her şeyi, kilidini dipsiz bir kuyuya attığın bir sandığa kilitlemek elzem… Sonra?
Ben bilmem, hayat bilir. Bundan dolayıdır ki…

Önüne “deli” deliller koyuyorsun, bakmıyor, görmüyor, görmek istemiyor, kurgu diyor, kur/gu. Asıl, olguyu görmeyen, anlamak istediğini anlayan kurguluyor, ama doğru değil, gerçek var, onu ne yapacaksın? Yani desem ki: “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” değil, hepsi aklı selim, akıl baliğ insanlar da, zekanın bir çeşidi, kurnazlıktır diyerek, hayatın karanlık tarafına meyl ediyorlar. Rumî: Heyy kime diyorum “etme” dese de, orada kalmak, onların tercihi. Saygı mı duymak gerekir bilmiyorum, ama ben saygı falan duyamıyorum, çünkü manipülasyonu bir yaşam tarzı olarak tercih edene, saygı duymak ahmaklıkmış, öğrendim!

Redderek haklı olduğunu ispat edemediğinde, devreye “gaslighting” giriyor, yani psikolojik şiddet, yani manipülasyon. Karşıdakini kendinden şüpheye düşürmek, yani, akıl sağlığıyla oynamak. Bir de orada burada anlatıp, destekçi, şakşakçı kazandın mı, işin raconu tamamlanmış oluyor! Aldatmadım, kimseye yürümedim, kapı açmadım, tanımıyorum, çalmadım, yalan söylemedim, iftira atmadım, gerçeği çarpıtmadım…
(Hikaye bu ya, Papa fi tarihinde New York’a gider, daha uçağın kapısından inerken gazeteciler soru yağmuruna başlar. Bu sırada cin gazetecilerden biri “genelevi de ziyaret edecek misiniz?” diye sorar, Papa’nın yanıtı ise yine soru olur: “New York’ta genelev var mı?” diye. ertesi günkü gazetelerin manşetinde “Papa iner inmez sordu: New York’ta genelev var mı?”)
Yaptığının edepsizlik olduğunu kabul etmiyor, çünkü o kadar “geniş ki” onun normali budur, ama hep kendine yonttuğu normlar; tepkiye kıskançlık der de, yaptığına edepsizlik demez, hatta yanlış, yanılış, hata, etkiye tepki de demez; hırsızlıktan, eserinin çalındığından veryansın eder de, kendi “kenardan kenardan” çaldığı fikir ve sözlerin görülmediğini sanır. Adı bilinsin için, “editör” hizmeti almak için başvurduğu yalanlar ve ödemekte beis görmediği bedeller mübahtır, o sayılmaz “dün dündür, bugün bugündür”.
İşkembenin genişliğine göre, bahanelere sığınınılır ve insanî değerler itinayla ayaklar altına alınır! “İnsan beşer, kuldur şaşar” nasıl olsa! Suç başkasındadır, tüm insanlar, hatta hayat suçludur, ama o/onlar zemzem suyuyla banyo yapmışlardır; ağzında gümüş kaşıkla doğanların kaçması ise daha kolaydır! Eğitimine, ailesine, onu pohpohlayan sözde dostlarına sığınır ve yapmadım bile denmez “Yanlış anladın” denir, “Senin psikolojin iyi değil” denir, yaptığı yok sayılır da “Yapmadım” denemez, malum “ironi” de olsa, yüzde doksanı kaçmak olan bir insan ırkı var!

Bir şeyi yok saymak, onun olmadığı anlamına gelmez ama, yapanları yok eder, itibar, dürüstlük, mertlik, omurga ve de ahlâk bilinmezler ülkesine gider, çünkü bu insani değerler” utanır da, “onlar” utanmaz.
Sen kurguluyorsun, sen abartıyorsun, sen çok sertsin, hiç esnek değilsin sözleri yankılanır kulaklarında, arşa değer ve haklısın dersin, haklısın!
Mea Culpa… Mea Culpa…

Her ne kadar, bazılarının b/akış açısına göre “Nezih bir semtte” büyümesem de, nezih ve olma çabasındaki mert insanlarla büyüdüm ben “Kenar mahalle dili” böyle mi oluyor bilmiyorum, ama bu anlamda, benden ancak bu kadar oluyor!
Anlaşıldığımı umuyorum.

“Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu,
Herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini,
Herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu,
Fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir.
Hep böyle gider, herkes biliyor.”

Ama “gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu” ve karma ve  ilahi adalet olduğunu da herkes biliyor!

Canan Kayışlı


Yorum bırakın