Hayatım boyunca, ölümü hep yanımda taşıyarak yaşadım, yaşıyorum; gidene kadar da böyle olacak, bilerek hissederek, onun varlığını hep duyumsayarak. Ama korkarak değil. En huzur bulduğum yer, mezarlıklardır. Uzun yıllardır, kendime daha yakın olmak istediğimde, mezarlıklara giderim. (Almanya’daki mezarlıkların bir park, hatta bir orman görüntüsü içinde olduğunu söylemeliyim, hani insanın ölesi gelir dediği cinsten! Ağaçlar, yapay küçük göller, fıskiyeler, fonda yankılanan Ave Maria ya da huzuru artıran başka bir tını, insanı öteki dünyaya mı hazırlıyor ne!) Şiir kitaplarımla biz, orada başbaşa kalmayı pek severiz.”Şimdi, nehir kıyısında yatan kuru ağaçlar gibi, ölmeli, göğe yakın,sana uzak… Ölmeli…”
Ölümle birlikte yaşamak, bana daha az hata, yanlış yapma “özgürlüğü” sağladı. Nasıl mı? Biraz sonra olmadığını bilmek, birileri için yargılayan ve suçlayan tavır takınmamı engelledi/engelliyor. Ama “Beşer şaşar” olduğum ve mükemmel olmadığım için, hata, haksızlık yaptığımı anladığım, bana bu yansıtıldığı, anlatıldığı, anladığım an düzeltme yoluna gittim, çabaladım, çoğunlukla düzelttim, daha az da olduramadım. Ben “ölüm var” diyerek yaşarken, “incinsen de incitme” derken, baktım ki kendimi unutmuşum, baktım ki bazıları bu tavrı, suçluluk psikolojiyle açıklamış. Yok efendim, hiç alakası yok. Benim ellerim tertemiz, çamur atmıyorum ki, ellerim kirlensin. Ama bana da ölüm var, ölüm bana da ev sahibi, “belki yarın, belki yarından da yakın” Mayıs 2022’de bu dünyada en çok sevdiklerimden birini kaybettim, nefesim kesildi, yeni yeni nefes aldığımı hissediyorum. Ölüm benim için de var, o yüzden de, bana yapılan haksızlığı, saygısızlığı, edepsizliğin hesabını da artık sorsam diyorum! Daha önce, ilahi adalet var deyip susuyordum. Ama bu bazı insanları ödüllendirmekmiş meğer, son yıllarda aldığım eğitimler “kul hakkı” teriminin insanın kendisiyle başladığını, başkasına hakkını teslim ettiğin kadar, kendi hakkının da peşine düşmek gerektiğini, aksi halde, bunun bedelini ödemek zorunda kaldığını öğretti.
Altı Şubat’tan beri, 06/02/2023’ten beri, onbir şehiri bir anda yok eden depremden sonra hayatımız değişti. Her ne kadar, kan ve can bağım olanlar fiziksel olarak etkilenmedilerse de, benim düsturum”Nerede biri ölse, oralı olur yüreğim” olduğu için, canım paramparça. Onlar orada üşüyor, ben çok uzaklarda; onlar orada yağmurda ıslanıyor, ben dört duvar içinde. İnsan olma çabasıyla, ne gerekiyorsa, elim ne kadar uzanabilirse oradayım, ama çaresizlik yakıcı, ölüm hâlâ kol geziyor, çoklu olarak hem sevdiklerini, hem de canın yongası mallarını kaybedenlerin yaraları, bir çadır içinde yaşamaya mahkum edilerek sarılır mı?
Altı Şubat’tan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bilgiler, 300.000 Telefon ve 183.000 Kredi kartının kullanılmadığını söylüyor.Ölü sayısı asla 46.000 değil, çok daha fazla. Hayatlar bir anda yok oldu, söndü, bitti. Hayat bu kadar işte. Ölüm bir anda ev sahibi. Sevgilisini kaybeden bir genç kız, “Keşke ona bir kere daha sarılsaydım” diyordu ağlayarak, bir baba “Keşke daha fazla koklasaydım yavrumu, son defa olduğunu nereden bilecektim.” derken, duyguları donmuştu adeta, kokusunu unutmaktan korkuyordu. Keşke, keşke, keşke…
Ertelemeden, ama hiç bir şeyi ertelemeden yaşamak elzem. Günah çıkarmak gerekiyorsa yap, özür dilemen gerekiyorsa dile, hatta affedilmek için de çırpın, hesap sorman gerekiyorsa da yap, sana düşmanlık edeni merak mı ettin, hatrını mı sormak istiyorsun, sor, ne olacak ki? Kendini suçlu mu hissediyor diyecek? Hadi oradan, Suçlu olan zeytinyağı misali egosuyla üste çıkıyor; eğitimine, gün görmemiş “görgüsüne”, ailesine, parasına, birilerinin eteğinin altına, arkasına sığınıyor; bir kahvenin bile onlarca yıl hatrı varken, insan nasıl olur da, cana değil de, hatasına sarılır?
Ammma, kimseye hakkını da yedirmemeli insan. Kimsenin kirli ellerini, üzerine sürmesine, sende aklanmasına izin vermemeli… Başkasına yapılan haksızlığa göz yummak da, alet olmak da, “maşa” olmak da yanlışların büyüğü. Çünkü bu “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek, oysa yılan yılandır, zamanında başı ezilmeyince, palazlanır, bu defa, yalanı ve zehiriyle bulur insanı.
Ölüm var, bir şeyi yok saymak, her şeyi kabul etmek anlamına gelmez, görmedim, duymadım, bilmiyorum diyerek, gözün kör, kulağın sağır, dilin lal yaşamak, ruhsuz bir hayatı tercih etmektir. Hayat tercihlerimizden ibaret. Yaş kemale erince belki de, hakkım olanı almayı, hesap sormayı ve birilerine “kral çıplak” demeyi seçtim. Beni engelleyerek, yok sayarak, bazı şeyleri silerek neyi yok edebilirsiniz ki? Bir şeyi yok saymak, olmadığı anlamına gelmez, kaldı ki günümüzün teknoloji şartları, her şeyi kayıt altına alıyor, her şeyi…
Size demediler mi, “bulaşmayın, yerine göre delice gözü karadır, korkulur ondan.” Çünkü daha önce de birilerine dediğim gibi “Gücünü haklılığından ve adaletten alanın önünde kimse duramaz” Çünkü gücümü, güçsüzlüğümü de bilmekten alıyorum, çünkü zayıf taraflarımı da bilip, onlara da sahip çıkıyorum.
Çünkü “Ömrüm hiç gibi geçti, derdin ne, halin ne diye soran olmadı” kimseye dayanmıyor, kimsenin eteğinin altına saklanmıyorum, çünkü yapmadım dediğimi yapmıyorum, yaptığıma da, hatasıyla sevabıyla sahip çıkıyorum, kimseyi, birileri için kışkırtmıyorum. Aram bozulunca, bana emanet sırları, iki kişilik yaşanmışlıkları, üçüncü kişiye sat-mı-yo-rum. Gönül bağım olan insanları, bir zamanlarda kalsalar da, bana ihtiyaçları olduğunda, havada asılı bırakmıyorum. Ve… Bana destek olmuş, zor zamanlarımı, mutluluğumu paylaşmış, bana yol açmış hiç kimseye, vefasızlık yapmıyorum, yapmadım. Hele de, düşmanımın düşmanı dostumtur edepsizliğini asla. (Ben neymişim🙂) Bunlar övünülecek, övülecek özellikler değil, bunlar zaten bir insanda olması gereken melekeler. Peki ben bunların aksini neden yaşadım, neden reva görüldü bana kimseye yapmadıklarım? Ben biliyorum, herkesi kendim gibi bilmenin cezası kesildi bana. Meğer en büyük hataymış bu. Ama yine de, gardımı alarak, diken üstünde yaşamak istemiyorum! Yüreğimi şüpheyle, acabalarla kirletmek istemiyorum. Ama kesinlikle yüreğimi daha çok dinliyorum artık, o ne dediyse, hep doğruydu çünkü.
Zor ve zalim zamanlardan geçiyoruz, insan dediklerimiz ve sandıklarımız, bu dönemleri daha çok ağırlaştırıyor maalesef; yine de bir umut olduğuna inanmak istiyorum, hepimiz için, insan için…
“Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur acılar da, iklim değişir, Akdeniz olur”
Kim bilir!
Canan Kayışlı

