NEMO İN SESE TENTAT DESCENDERE/
Kimse Kendi İçine İnmeye Gayret Etmiyor
Küçük ve önemsiz diyerek sırtını döndüğün, bahaneler bulduğun kötülüğün, saygısızlığın alevleri sırtını yakmaya başladığında, her şey için geç kalmış olduğunu anlarsın; kaçamazsın… Bedelini ödetir her yanılış, her gözünü kaçırdığın “şey”! Bedelin karşılığı da tecrübe olarak depolanır insan zihninde. Peki süveydaya inenler? Orada neler olur, nasıl yaşanır, dile, söze, sese dökülür mü bilmem, herkes kendi hikayesinin sesi ya da sessizliği, yüreğinin ahrazı!
Her ne kadar Nitsche “beni öldürmeyen her şey güçlendirir” dese de, hayat sadece insanın kendi tecrübeleriyle güçlenecek kadar uzun değil. Başkasının hikayesi de, görenin gönlüne öz taşır. Empati, yani “başkalarının ayakkabılarıyla yürümek”, hissettiklerini hissetmek, onların iyiliğini önemsemek ve onlara karşı şefkatle hareket etmek demek.
Birilerine bahane bulmak demek değil, anlamak, anlamaya çalışmak, ama burada da bir denge olması zaruri. Empatinin fazlası, zehirler! İnsan karşı tarafı anlamaya çalışmaktan, kendini unutursa, yüreğine aldığı yüklerle yorulur.
Empatiden yoksun insanları da anlamak, insan olmaya dahil. Ve birgün, çok gün, herkes empatik bir tavıra, anlaşılmaya ihtiyaç
duyar.
Sadece yaptıklarından değil, yapılmasına izin verdiğin, gözünü kaçırdığın, sustuğun her şeyden sorumlusun, insan!
İnsan, dışardaki ve içerdeki (kendi içinde) kötülük ve kötülerle uğraşmaktansa, herkese ve her şeye rağmen iyi, güzel, doğru kalmaya çalışanın ışığını, sesini, sözünü kesmeye çalışıyor. Çünkü “onu” görmek, aynaya bakmaktır ve aynada gördüğü, olduğu ama olmak istemediğidir. Kolay olanı seçtiğini gösterir ayna ona, “herkes” gibi, çoğunluktan olduğunu ve yüreğinin yerini kaybettiğini de. Kendini görmektense, kendiyle yüzleşmektense, kendi gibi olmayana, yoldan çıkmayana “çelme takmak”, yollarına tökezleme taşları dizmek, olmayan vicdanını rahatlatır.
“Ve o “insan” insani değerleri yok sayarak nefes almaya devam eder!
Sonra…
Ben bilmem hayat bilir.
Mutlak iyilik yoktur; iyi insan yanlışları, hataları, yanılışları olmayan demek değildir. İyi insan, yanlışından dönecek ve hatasına sahip çıkacak kadar cesur olandır; gönül yıkmanın, “cinayet” olduğunu bilip, bunu tamir etme çabasına düşendir. Başkasının “hakkını” yeme gafletine düştüğünü farkettiğinde, bunu “af dileyerek” iade edendir, ona emanet “her şeyi” ama her şeyi faş ettiğinde, bunun çirkinliğini farkedip, pişmanlıkla bağışlanmayı dileyendir.Ama “Özürler, yanlış eylemler içindir, yanlış haller için değil.”
Kant der ki: “Aydınlanma, insanın kendi hatası ve zaafları sonucu düşmüş olduğu durumdan, kendi aklıyla çıkarak, hayatını, kendi aklının aydınlığıyla aydınlatması ve kendisini mutlu edecek kurumları, kendi aklına dayanarak inşa etmesidir.” Aydınlanan aydınlatır da…
İnsan başkasını, başkasının her anlamdaki ihanetini affediyor da, kendine ihanetini affedecek bir “merci” yok, biline.
Cesaret gibi, iyilik de bulaşıcı. Ama bazıları doğuştan aşılı ve iyilik eşiği yüksek olduğu için bulaşamıyor maalesef ve ne iyi ki!
“İnsan olmanın bir parçası acıyı hissetmek,
korkma aç kendini acıya”
Canan Kayışlı

