Yağmur Damlasına Yansıyanlar

Dün akşam güneş battıktan sonra Ankara’nın en işlek cadde ve sokaklarından yürüyerek evime gitmek istedim.
Ilık kez arabasız ve toplu taşımasız bir eve varış hikayesi yaşamak için yollara düştüm.
“Ben simdi seni merak ederim, gel bi taksiye bindireyim seni” diyen anneme bile aldırış etmedim.
“Offf anne ben çocuk muyum” bile demedim.
Sustum ilk kez.
Yüzüme vuran yağmur damlaları gibi.
Onlar kadar sessizdim dün akşam üzeri.
İlki burnumun ucuna denk geldi.
Diğeri kirpiğime.
Bir diğeri elimin üstüne.
Kulaklık da takmadım bu kez.
Kendi şarkımı söyledim içimden sessizce.
O kalabalığın, yüzlerce genç çocuğun, araba seslerinin, kahve ve alkol kokularının içinde kendimle birlikte sessizce yürüdüm.
Caddeye açılan her bir sokaktan geçip giderken, Bahçelievler’ in o eşsiz Akasya ağaçlarını seyrettim.
Çocukluğumun minik ağaçları da benimle birlikte büyümüştü.
Ellerimi gövdelerine değdim.
Küçük, tombul ve terli ellerimin izine rastlarım belki diye iyice bastırdım gövdelerine.
Belli ki bu geçen zaman içinde her şey silinip gitmişti.
Bir kere tam köşedeki Kestane ağacının altında düşmüştüm, başımı ağacın sert kabuğuna vurmuştum, kanamaya başlamıştı başım, annem kardeşimin üstündeki minik hırkayı çıkarıp sarmıştı başıma, kan dursun diye.
O iz bile kalmamıştı.
Ağlamıştım nasıl.
Gözyaşımın izi bile yağmurlara karışmıştı.
Bir komsumuz vardı Hikmet Amca fazlasıyla icerdi, sonra esini dansa kaldırır, pencerenin önünde zarafetle dönerlerdi.
Kediler ve mahallenin bütün çocukları onları izlerdi.
Bitince alkışlardık o da bize selam verirdi.
Dün çektiğim bu görüntü sanki Hikmet Amca ve eşiydi.
Zaman tüneliydi sanki her şey.
Çıkıp yoluma gelmişti.
Kaynayan sahlep kokusu, tarçına bulanmış boza, şambaba tatlısı hepsi pesimdeydi, dün o kalabalık sessizliğin içinde…
Indirime girmiş dükkanların icindeki sayısız balonlar çocukluğumun balonlarıydı sanki.
Hepsinin icinde çocuk nefesim vardı.
Patates kızartması ve köfte kokuyordu bütün cadde ve çoban salatası.
Şimdinin degisik isimli, tuhaf soslu, defalarca yaği kullanilarak kızartılmış yemekleri degildi kokan.
Annemin köftesiydi.
Hele o ekmek kokusu.
Beni benden aldı.
Caddenin köşesinden üzerime doğru yürüyen gençler, yağmurda ıslanmış tutuşan elleri, su damlacıklı kirpikleri, umutla bakan gözleri beni çok etkiledi, akşamın o loş halinde bile onları böyle net görmek ya da görebilmek ne müthişti.
Tam karşı kaldırıma gececektim ki, bir omzuma değdi, döndüm baktım ki eşim.
Annem aramış gelip almasını söylemiş, ” bu yağmurda yürüyeceğim dedi” demiş.
Ay hiç de rahat vermiyorlar özgürlüğümle bana.
Yürüyordum işte onunla konuşa konuşa.
Yağmur boyu.
Ankara sokaklarında…❤️


Yorum bırakın