“Yaşama sanatı, genç bir kalple yaşlanmayı öğrenmek demektir.”
Ahh… Bu, bizim gibi, insanı yoran, sadece kendine ait olmayan ağır yüklerin, sorumlulukların olduğu toplumlar için geçerli değil herhalde; insanı kâmil olma yolculuğu ise her toplumda bedeni, zihni, ruhu yorar, bu yolculuk hiç bir iklimde kolay değil!
Yüreği genç tutmanın ne anlama geldiğini bilmiyorum. Beden yaşlanırken, kalbi genç tutmak mümkün mü? Ya ruh? Ruh ve beden ortalama olarak dengi dengine değilse, o dengesizlik insanın başını da, ömrünü de yiyor! Ruh genelde geride kalandır, zamanın ruhu insana “koş” diyor, koş ve kendini yakala, koş ve yaşa, koş ve hiç bir şeyi kaçırma diyor, mümkünmüş gibi. Doğaldır ki bu arada ruh geride kalıyor; ruhunu unutmuş, belki de kaybetmiş insanlarla yaşıyor olabilir miyiz? Ruhsuz insanlar cehennemi…
Oysa yavaşlamak gerek, aheste aheste yaşamak gerek, hayatı sindire sindire yaşamak gerek, koşarak ve hoyratça değil.

Hayatına, belki bir dönem herkes gibi, herkes kadar, ama sonra daha ağır, acının binbir tonu değmiş bir dostuma, özel bir günün bahanesiyle “yaşamak aşısı” yapma niyetim vardı. Ama onun öncesinde, beni nitelendirdiği kadim dost sıfatıyla (kadim, hem eski olan, hem de şimdide değeri olandır.)
“düşürmüş” olduğu bir değeri yerden kaldırmasını istedim! Sırtıma sapladığı ve saplanmasına aracılık ettiği iğneleri, çuvaldızları çıkarmasını istedim, en azından bir kısmını. (Hakkını yemeyeyim, bir kısmını aldı, çıkardı; benim “temizlik takıntım” daha fazlasını yapmasını istedi ve de benim istediğim şekilde!)
Ona verdiğim değerle, uzun bir süre kendimi anlatmaya çalıştım. Ne gaflet! Anlamak istemeyene, yedi yıl değil, yetmiş yıl da az geliyor. Oysa duymak isteyen, suskunluklara bile kulak kabartıyor.
“Anlamını bulmak, anlaşmak, anlaşılmak, anlaşıldığını hissetmek ve doğru anlaşılmanın sükuneti.
Ruhi hasarların en doğal merhemleri.”
Maalesef ki, başkasına evet demek, kendine hayır demekmiş, kendinden, özünden verdiğin değer, kıymet bilmeyenden “değersizlik” olup çığ altında bırakıyor, üşüyorsun…
Neyse, öğrendim, öğrenmenin sonu yok…Mesela sana kadim derken, kendi de sana “bir şey” olabileceğini bilmeyebiliyor insan! (“Kadim odur ki, evvelini bilir kimse olmaya”)İnsan başkasıyla olan problemlerini, sorunlarını hallediyor da, kendiyle olanla baş edemiyor. Başkasını affediyor da, kendine yapılmasına izin verdikleri için kendini affedemiyor. Ama birgün yenilginin ve yenilmişliğin sorumluluğunu alarak vazgeçiyor. Güçsüz olduğu için değil, yorulduğu ve görülmediği için vazgeçiyor! Ve kendine sarılıyor, affetmese de sarılıyor… Çünkü “İnsan anlayışının temel görevi, anlayamayacağı şeylerin olduğunu anlamasıdır.”
Genç olmayan bir kalple “Yaşam yorgunuyum” diyorum bazen.
Ama yaşamak değil, daha çok yaşamamak yoruyor insanı, yaşayamamak…
O yüzden de hayatımdan razıyım ben, çok razıyım hem de.
“Tanrı benimle DE mutlaka bir şeyler kastetti.” Biliyorum.
“Göğsüme dokundukça buluyorum seni…”
Canan Kayışlı

