20.12.2024-22.12.2024 tarihleri arasında Gelsenkirchen merkezli bir edebiyat ve sanat “kampı” yapıldı. Mozaik Avrupa kolunun organize ettiği programa, MEG’in dokuz üyesi ve 18 davetli katıldı.Çok başarılı olan organizasyon Mevlüt Asâr, Cem Duman ve Nilüfer Yıldırım tarafından hazırlanan bir çalışmanın ürünü. Aydın Sayılan’ın da katkılarıyla yapılan organizasyondan öğrendiğimiz, paylaştığımız, söylediğimiz, duyduğumuz ve dinlediklerimizle, en kısa zamanda tekrar görüşmek dileğiyle, yan yana ve can cana olmanın güzelliği ve çoğalmış olarak ayrıldık.
Katılımcılar:
Mevlüt Âsar, Dilek Asar, Cem Duman
Aydın Sayılan, Necdet Yuca, Halit Umar, Yaşar Çiçekdemir, Agop Yıldız, Mehmet Tepebaşı, Doğu Yılmaz, Ali Yıldırım, Ersin Perçin, Nilüfer Yıldırım Cahide Ateş, Sabri Varan, Özge İlayda, Canan Kayışlı, Özlem Dursun, Astrid Denker, Muhsine Arda, Cemal Akça, Vedat Gültekin, Murat Tuncel, Ziya Laçin, Server Laçin, Gani Cansever
Program bünyesinde, kimi çeşitli konularda sunumlar yaptı; kimi şarkılar, türküler söyledi, bağlama ve gitar çaldı; kimi ise kitaplarından bölümler okudu.
MEG ‘in kurucusu ve başkanı olan Mevlüt Âsar, Avrupa’da bir göçmen olarak yaşama sürecini, dernek geçmişini, MEG’in kuruluş sürecini anlatırken, gururla
“İyi ki denedim; oldu.” dedi. İyi ki Hocam, iyi ki…

“Her resmin bir şiiri ve her şiirin bir resmi vardır.” diyen asıl mesleği Patolog olan, ama aynı zamanda çok sayıda kitap yazan Halit Umar; bizimle edebiyat eserlerinin okuyucuya iletilmesi, dağıtım konularıyla ilgili fikirlerini ve sorularını paylaştı, bu konular kapsamında fikir fırtınası kapılarını açtı.
Meg’in Türkiye kolunu temsil eden Muhsine Arda, çok kitabı ve çoğaltan şiirleriyle bizi çok duygulandırdı. Yirmi yedi yıl süren göçmenlik ve çeşitli ülkelerdeki kadın üzerine hikâyelerini dinlemek, boğazımızı düğümleyip gözümüzdeki yaşı yüreğe taşıdı.
“Ben ders almadım, fotoğraf sanatçısı değilim, fotoğrafçıyım.” diyerek fotoğrafı keşfetme sürecini anlatan Sabri Varan, yıllardır çektiği fotoğraflardan örnekler sergiledi; karşılaştırmalı fotoğrafları görmek (on yıl önce, on yıl sonra) ilginçti.

Agop Yıldız saz yapımı ve sazın ruhuna ilişkin doyumsuz bir sunum yaptı.
“İlk ayakkabımı dokuz yaşında giydim, ilk sazımı on dört yaşında üç kişi ortak almıştık. İki gürgen kaşığı birbirine vurursan, tok tok ses verir. İki şimşir kaşığı birbirine vurursan çın çın diye ses verir…
Her ağacın gerginliği farklıdır, ağaç yaşlandıkça gerginliği azalır.
Dut ağacı dişi ve yanık ses verir.
Sazın eskisi, telin yenisi.
“Saz eskidikçe kuruyor, o yüzden daha iyi ses verir” yanlış bir bilgidir;
yaşlandıkça, ağaçtaki gerilimin azalmasından dolayı ses daha iyidir.” Sesiyle, sözüyle, şiiriyle, taşlamalarıyla Agop Yıldız üç gün boyunca bizi mest etti. Çok uzun zaman önce onu bilenlerin, onu yaşayanların ustası, amcası, abisi olmuş Agop Yıldız’ın, aslında kaderi keder olan hayatını nasıl değiştirdiğini, haklı öfke ve kinin yerini nasıl sevgi ve anlayışla doldurduğunu görünce, önünde saygıyla eğilmek farz oldu.
Doğu Yılmaz, güvenli gıdaya ulaşma ve gıda güvenliği konulu, hepimizi merak ve ilgiyle esir aldığı bir sunum yaptı.
Süt ve süt ürünleri hakkında çok özel bilgiler verdi. Mesela en iyi sütün manda ve keçi sütü olduğunu söylerken, keçi sütünün proteininin az olduğunu da ekledi.
Sadece gıdada ve beslenmede değil, hayatın her alanında manifesto olması gereken cümlesi ise şuydu:
Kullandığınız malzeme iyiyse sonuç da iyidir.
“E kodları, her bir gıda katkı maddesi için Avrupa Birliği tarafından belirlenen kod numaralarıdır. Gıdaya katılacak katkı maddesi insan sağlığı açısından güvenli ve ancak izin verilen gıdalara ve izin verildiği miktarda katılır.” dedi. Verdiği bilgiler ve örneklerle Avrupa’da ambalajlı gıdaların, sağlıklı ve güvenilir olduğu konusunda ikna olduk.

Murat Tuncel bazı filozoflardan anekdotlar sunarak, kitap yazma konusunda önerilerde bulundu. Edebiyatın ciddiye alınması gereken bir iş olduğunu, kitap yazmak için araştırma ve gözlemin önemini vurguladı.
“Biz kafayla, siz Türkler kalple yaşıyorsunuz” diyen
Astrid Denker, iş dolayısıyla gittiği Türkiye’de on yıl yaşamış, kendi kabul etmese de, çok güzel Türkçe konuşuyor. Astrid Denker’in anlattıklarından satır başlıkları:
İki bavulla Türkiye’ye gittim, Türkçem yoktu, Muhsine Arda öğretmenliğimi yaptı ve o zamandan beri ailemin bir parçası oldu, ailem oldu. Almanya soğuk ve sert bir ülke, on yıl sonra Almanya’ya döndüğümde kültürel şok yaşadım. Türkiye’de Türk gibi yaşamak için Toros marka bir araba aldım, en güzel Türkler Bursa’da.
Bir soruya cevap verirken: Almanlar böyle dedi diye cevap vermesi, kendini artık çok parça “Türk gibi” hissetmesinden dolayıydı.
Kendisi bir tıp doktoru olan Nilüfer Van Den Akker’in sunumunun konusu, sağlıklı yaşam için ortopediydi. Nilüfer Yıldırım ‘ın anlattıklarının satır başları:
On yıl önce MR çekip bel fıtığı teşhisi konmuşsa, artık fıtık yoktur, o kendini tamir etmiştir.
Bağ dokusu tedavi olunca, ağrı azalır.
Ağrının üstüne gitmek gerekir ve işleyen demir ışıldar misali, iyileşmek için hareket şart; en geç iki yılda her şey iyileşir.Kasları güçlendirmek şart, özellikle derindeki kasları.
Bunun için Pilates ve Tai Chi yapmak elzem, çünkü derindeki kasları yavaş yapılan egzersizler güçlendirir.
Bel ve karın kaslarını güçlendirmek birçok ağrıyı azaltır.
Özlem Dursun, Almanya’da doğmuş ve eğitim almış biri olarak, iki kültür arasında köprü kurmayı başarmış bir insan. Almanca, onun günlük yaşamında ve eğitim hayatında hakim dil olsa da, Türkçeye olan sevgisi ve bağlılığı hep derinlerde bir yerde varlığını sürdüğü için, Türkçe kitap okumak hep bir ihtiyaç olmuş onun için. Türkçesinin akıcılığını, eskiden Almanya’da bulmakta zorlandığı Türkçe kitap okumaya borçlu olduğunu söyleyerek, ana dilde de kitap okumanın önemini vurguladı.

Cemal Akça Hollanda’ya ilk geldiği yılları, bu süreçte yeni bir ülkeye uyum sağlamanın zorluklarını ve güzelliklerini bize anekdotlarla anlattı.
Dil bariyerini aşmak için harcadığı çaba, farklı bir kültürde yer edinme gayreti ve bu sürecin kendisine kattığı olgunluk fotoğrafına da yansıyor
Profesyonel bir fotoğraf sanatçısı tarafından çekilmenin verdiği güven ve konfor, hepimize kendimizi özel hissettirdi. Cemal Akça’nın samimi rehberliği, sadece bir fotoğraf çekimi değil, aynı zamanda bir sanatçının dünyasına yapılan bir yolculuk gibiydi.
Gani Cansever, Ziya Laçin, Agop Yıldız, Ersin Perçin ve Vedat Gültekin bağlama ve gitar eşliğinde türküler, şarkılar söylediler, söyledik; şiirler ağladık, muhabbet ettik, dosthanesini inşa ettik.
“Zaman olur sinsi bir karanlık çöker yaşama sevincine; solmaya yüz tutar umut çiçekleri. Şarkılar, şiirler, öyküler yetmez bizi teselliye, tünelin sonundaki ışığa inandırmaya… İşte öyle zamanlarda daha çok ihtiyaç duyar insan, doğaya, denize, insan sıcağına, gülen bakışlara, dost bir merhabaya… “*
Can cana olmanın tadı damağımızda kaldı.
Havada asılı bir merhaba, en kısa zamanda dile ve yüreğe düşmeyi bekliyor!
Canan Kayışlı
23/12/2024 Mannheim
*Mevlüt Âsar

