“Sadece güneşli günlerde yürürseniz, hiç bir zaman hedefe varamazsınız” demişti “Simyacı” da Paulo Coelho…

Ve ” En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır ” demişti.
💙
Kırık dökük yıkık yaşlı kapıların ardında durdum.
Ellerimi yüzümün iki yanına koyup, kırık bir cam aralığından içeri baktım, gözlerimi kıstım, birini açtım, diğerini kapattım.
Örümcek ağları, çatlamış duvarlar, yırtılmış tüller, tozlu yerlerden başka hiç bir şey görmedim.
Önce sağ gözümü yumdum cam aralığından bakarken, gördüğüm şeyler değişir sandım, sonra sol gözümü yumdum, bakmak güzeldi ama, asıl önemlisi görebilmekti.
Sonra eski bir kahkaha gördüm, nehir gibi dalgaları vardı kadının kor rengi saçlarında, elinde porselen bir çay fincanı.
Gazetesine gömmüştü başını kumral saçlı adam, bakışları telaşlı.
Ürkekti, biraz da kaygılı.
Eski çocuk sesleri gördüm sonra.
Evin ceviz renkli merdivenlerinde, trabzanlardan aşağı doğru kayıp, düşüp sonra tekrar kalkan çocuk sesleri, içten gülücükler atan.
Çilliydi oğlanlardan biri, başında kareli kasketi.
Diğeri askılı şort giymişti, eve pencere perdelerinin arasından sızan güneşin temasıyla yangın yeri gibiydi saçları.
Kızıldı, gözleri mavi.
Eski bir kapının, kırılmış minik cam parçasının ardından “Sardunya” sokağının belki de en güzel konaklarının birinden içeri, eskiden burada yaşamış bir ailenin sabahına bakıyordum.
Bakmıyordum aslında ben onları görüyordum.
Yeni demlenmiş çayın kokusunu bile.
Kızıl saçlı mavi gözlü çocuk beni görmüştü belli ki.
Gözlerimiz birbiriyle karşılaşmadan atmak istedim kendimi geri.
Onun bir çift mavi, harelerle dolu gözleri, benim cam aralığından bakan sol gözümle çarpıştı sanki.
Ateşler sardı her yeri.
Yürek çarpıntısı hali ve gördüklerimin hayali.
Geri cekildim.
Hayallerimi de alıp.
Yaşlanmış bir evin içinde yaşanmış bir hikayeyi görmüştüm ya da ne güzel hayal etmiştim.
Arkamı döndüm eve, ben hayallerimi izlerken çoktan akşam inmişti bile”Sardunya” mahallesine.
Etrafa saçılmıstık, sonbahar yaprakları, kediler, insanlar.

Sokağın sonu ise ucsuz bucaksız deniz.
Martılar akşamın habercisiydi, bağırarak.
Kızarmış balık kokusuna, anason karışmıştı.
Ada lokmacısı kızgın yağa bırakıyordu hamurları.
Gerçek buydu💙


Yorum bırakın