Laz Dursun, hukuk bürosundaki müvekkil koltuğundan kalkmak için birkaç kez hızlıca yekindi, sonra vazgeçti; sesindeki öfkeyi temizlemeye çalışarak şöyle söylendi:
“Sayın Avukatım, inan ki canımdan bezdim; bu Fadime’den yıldım artık, yıldım.”
Avukat, müvekkili Dursun’un öfkeden kızarmış yüzüne dikkatlice baktı: Saçları ve bıyıkları tamamen beyazlamış ve yetmiş yaşını biraz geçmiş olmasına rağmen; modaya uygun kruvaze ceketi, fit vücudu ve traşlı yüzü nedeniyle, yaşının bir hayli altında gösteriyordu. Arhavi’de külliyatlı çay ve fındık bahçeleri vardı, ev bark sahibiydi; yani zengin bir adamdı. Laz Dursun, sesindeki öfkeyi bastırmaya çalışarak yeniden söylenmeye başladı:
“Abi, ben ne yapmışım; Rus kızı Vera’yı eve getirmişim. Eee! Peki ne yapsaydım? Ben zaten Fadime’yle on yıldan beri aynı yatakta yatmıyorum; biz Fadime’yle yatakları ayırdık. Tabii onun canına minnet! Bir kere bile sormadı, bir derdin var mı diye? Zaten sorsa ne olacak? Yarım dünya gibi duran kilosuyla, kat kat entarisi ve peştemaliyle; o fındık bahçesi senin, bu çay bahçesi benim diyerek gezer, sonra ter içinde eve gelir, duşunu bile almadan vurur kafayı yatar. Ben kendisine:
‘Fadime ter kokuyorsun, banyoya girsene’ dediğimde, bana bizim şiveyle:
‘Git kendine krem kokan kari bul’ diyerek beni azarlıyor. Yahu, bir kere evlenmişim bu Fadime’yle, torun-torba sahibi olmuşum ne yapayım. Kusura bakma, biraz kaba olacak ama Fadime’yle benim evliliğim, ayıptır söylemesi atların, eşeklerin beraberliği gibiydi. Yahu, ben öpüşmeyi Vera’dan öğrendim; dudaktan öpüşmeyi bana o öğretti. Ben mutluluktan deli oldum. Arkadaş ben anlamıyorum, bizim kadınlarımız bu Vera’nın bildiğini niye bilmiyor; okuldan, arkadaşlarından hiçbir şey öğrenmiyorlar mı? Karısı mühendis olan bir arkadaşım var, o da aynısını anlatıyor.”
Dursun tiradını sürdürürken, Avukat araya girdi ve Dursun’a, kafasındaki yara bandajını işaret ederek, iyileşip iyileşmediğini sordu. Dursun bu sorudan aldığı güçle, hemen konuya daldı:
“Fadime’nin vukuatları bitmiyor; şu bana yaptığına bak. Vera’yla uyurken, gece bize saman dirgeniyle saldırdı. Kafamı yardı. Vera, korkudan şoka girdi ve hastanede üç gün kendine gelemedi. Benim kafama dört dikiş attılar.”

Cümleleri art arda sıralayan Laz Dursun sustu, nefesini toplamaya çalıştı, yorulmuştu. Haklılığından çok emindi. Avukat, müvekkilinin yüzüne dikkatlice bakınca, Dursun’un gözlerinden yaşlar süzüldüğünü gördü. Dursun utanmıştı, mendiliyle gözlerini silmeye çalıştı. Bir süre konuşmadılar; suskunluk oldu. Neden sonra ofisin kapı zili çalınca, Dursun atılarak, kapıyı çalanın muhtemelen Vera olabileceğini söyledi.
“Hastanenin yazdığı sakinleştirici ilaçları almak için eczaneye uğrayıp, sonra gelecekti; ben ofisi tarif etmiştim.” Dedi.
Avukat, kapıyı açınca şaşırdı. Sanki Fransız ya da Rus filmlerinden fırlamış bir aktrist duruyordu karşısında. Büroya bu güzellikte bir kadın daha önce hiç girmemişti. Avukat, şaşkınlığını ve heyecanını gizlemeye çalışarak ve biraz da kekeleyerek:
“Buyrun, buyrun kime bakmıştınız” dedi. Kadın, kırık bir Türkçe’yle:
“Vera’yım ben. Dursun, Dursun…” deyince, durum anlaşıldı.
Vera, Dursun’un karşısındaki koltuğa oturdu. Eczaneden aldığı ilaç torbasını sehpanın üzerine bıraktı. Tedirgindi. Fadime’nin gece odayı basıp saldırmasından sonra, böyle korku ve panik içinde hissediyordu kendini.
Avukat, kısa bir hal-hatırdan sonra, Vera’nın yüzünde endişeli bir ifade gördü; bu ifade ona yakışmıştı. Ona bakan bir erkeğin, gözünü kolay kolay ondan ayırması mümkün değildi. Olağanüstü bir güzellikti; yaklaşık kırk yaşlarında, 1,70 boyunda, kesik kumral saçlı ve yüzünün altın orana çok yakın oluşu, ona bir sinema oyuncusu havası katıyordu. Laz Dursun’un bu kadar kederli ve bedbaht olmasının nedeni buydu demek ki. Dursun’un çok parası vardı ve yetmişinden sonra kendinden otuz yaş genç olan bu kadınla ömrünün kalan kısmını geçirmek istiyordu. Bugüne kadar Fadime’den zerrece görmediği duyguları onda yaşamıştı. Vera, Moskova’da müzik öğretmenliği yaparken, Sovyetler Birliği dağılmış, O da annesinin memleketi olan Bakü’ye gelmiş ve işsiz kalmıştı. Bavul ticaretiyle Arhavi’ye gelince, bir şekilde Dursun ile tanışmıştı. Laz Dursun bir seferinde, onun getirdiği bavuldaki malların tamamını toptan alınca da sevgili olmuşlardı. Birinin zenginliği, öbürünün eğitimi ve güzelliği bu aşkı dengelemiş miydi? Sanki paranın gücü, yaş farkını kapatmış gibi duruyordu. Avukat, Vera’nın yüzünde kaybolmuşken, bir anda Dursun’un seslenmesiyle ortama geri döndü:
“Sayın Avukatım, bize müsade; Vera’nın karnı acıkmış, biraz da rahatsız, götürüp karnını doyurayım, biraz dolaştırayım açılsın. Ayrıca, kurban olayım, Fadime’yi çağır, konuş; ev alayım, para vereyim, yakamı bıraksın.” dedi.
Avukat, önce Dursun Bey diyecekti ki, vazgeçti; çok uzun zamandan beri müvekkili olması ve kendisinden on beş yaş büyük olması nedeniyle;
“Tamam Dursun Abi, anladım. Fadime Abla’yı çağırır konuşurum” diyebildi.

Bir hafta sonra Avukat’in ofisinde, Laz Dursun’un oturduğu koltukta Fadime Hanım oturuyordu. Avukat onları yıllardan beri ailece tanıdığı için:
“Fadime Abla nasılsın, iyi misin? Sizin evde yediğim muhlamanın tadı hala damağımda duruyor.” dedi. Fadime:
“Avukat Bey, ne zaman istersen gel; ben yine yaparum muhlamayi.” dedi. Fadime’nin sesinde kaygılı bir hava vardı ve hemencecik bir şeyler söyleyip, sayıp dökmek istiyor gibiydi.
Fadime Hanım, koltukta dimdik oturmuş, kilolu vücudunu koltuğa yerleştirmeye çalışıyordu. Yetmişin biraz altında olmasına rağmen, yetmiş beşin de üzerinde gösteriyordu; Laz Dursun’dan küçüktü ancak onun ablası gibi duruyordu. Ofise gelirken iki merdiven çıkmış, nefes nefese kalmıştı. Yüzü, elleri ve boynu ter içindeydi. Avukat bu durumu görünce, Fadime Hanım için üzüldü; ancak belli etmemeye çalıştı. Bu arada Fadime fazla uzatmadan kendi şivesiyle söze girdi:
“Avukat Bey, sen baa telefonda sordun ki, abu Tursun’un kafasini niya kirdun? Yanindaki kaltak kariyi da hastaneluk etmişsun. Soyliyayum; ben onlara az bile yapmişum. Ben o Tursun’un kafasına siçayum. Avukat gardaşum, bunlar benum adumi mahallede ‘Boynuzli Fadime’ye çikardilar; ben bunlara acir miyim? Dua etsunlar ki, ben o kariyi Tursun’inan beraber gebertmedum. Daha neler edeceğum onlara.”
Avukat, Fadime’nin hırsını ve korkunç öfkesini görmüştü. Ancak yine de çekine çekine söyledi:
“Fadime Abla, gel sana yüklü bir tazminat, bir-iki daire, bir çay bahçesi alayım da sen bu Laz Dursun’un kıçına tekmeyi vur.”
“Avukat gardaşum sen ne diyisun; ben onun parasina da dairesina da siçmişum. Onlari zaten sirtiminan ben kazanmişum; Rus karisina mi yedureceğum.”
Avukat, Fadime ablasını kapıdan uğurladıktan sonra, yerine oturdu. Karadenizli bu köylü kadınının incinmişliğini düşündü; Rus kadını Vera’nın serçe gibi ürkmüş güzelliğini düşündü; ve tabii ki, parasının gücüyle sevgi arayışına çıkmış olan Laz Dursun’u düşündü. Sonra bürosunun kapısını kapatıp çıkarken, içinden mırıldandı:
“Ulan Laz Dursun, işin çok zor, çok zor…”
Yalçın Duman

