“Söyleyecek sözün yok mu, fikrin yok mu?” dedi adam. Kadın, eşinin söylediği her şeyi dinliyordu, en azından dinlemiş gibi yapıyordu. Çünkü adam sürekli konuşuyordu, hep bir şeyler anlatıyordu. Kadın da başını sallayarak onaylıyor, konudan bağımsız bir şeyler söyleyerek, konuyu değiştirmek istese de, “sevgili” eşi anlattığı konudan asla uzaklaşmıyordu. Biz kulak misafiri olduk beyefendiye, anlaşılan o da bize kulak misafiri olmuştu. Sohbete dahil oldu, masaları birleştirdik, ne de olsa o da “Alamancıydı”. Çölde vaha bulmuş gibi “sarıldı”bize. Sonradan farkettim ki, “daha önceleri neredeydiniz? ” diye terennüm eden asıl kişi hanımefendiydi, çünkü biz gelince biraz olsun, eşinin anlattıklarından ve ona odaklanmaktan kurtuldu. Lakin adam ona “sen beni dinlemiyorsun” diye de çıkışıyordu.
Adam anlattı, anlattı, anlattı. Biz dinledik, lütfedip birkaç cümle etmemize izin verdi. Ama biz dinledikçe, adam kendini “bir şey” sandı, biz “peki peki anladık
Herşeyden sen anlarsın
Peki peki anladık
Herşeyi sen bilirsin” dedikçe, hindi gibi kabardı. Bir bahane bulup kaçtık ortamdan, ama ağlarını ören kader yine karşılaştırdı bizi. Adam tekrar aynı şekilde anlatmaya başladı, her konuda bir fikri vardı, her konuda bilgiliydi, senin bilmiyorum demen, onun daha çok konuşması demekti. Konuşmaya, cevap vermeye değer bulmadığımızı anlayacak basirette hiç değildi, biz sustukça o ne kadar bilgili olduğunu sergiliyordu, konudan konuya atlayarak, anlattı, anlattı, anlattı. Onu “frenlemek” amacıyla bir şeyler değil, çok şeyler söyledik, dinledi, dinlettik! Ama sanki bunun intikamını almak ve kendine taraftar bulmak ihtiyacıyla, eşine döndü ve “Senin söyleyecek sözün yok mu, fikrin yok mu, hep haklısın diyorsun, söyle bir şeyler ” dedi. Kadın “ne deyim ki, dinliyorum” deyince, “hep dinliyorsun zaten, biraz bilgilen de konuya ortak ol, söylecek bir şeylerin olsun” diye üzerine gitti kadının. O boylu poslu kadının, nasıl ufaldığını, kendini nasıl ezik hissettiğini ve kızarmasından nasıl utandığını gördüm.
Belli ki ortak ilgi alanları yoktu, belli ki paylaşımları azdı, belli ki eskimiş ve eskitmişerdi ilişkilerini…Belki de daha en başından hep böyleydiler, böyle başlamış, böyle devam ediyorlardı, daha doğrusu böyle başlamamış ve böyle devam etmiyorlardı!
İkisi de Almanya doğumlu olmasına rağmen, kadının Türkçesi beyefendiye oranla daha azdı, kadının ana dili, artık Almanca olduğu için, kendini ifade etmekte zorlanıyordu, bu da daha az konuşması için bir nedendi belki de…
Adam dediğime bakmayın, o “bir şey” olmamıştı, o narsist, kibirli ve zengin olmuştu, o kadar! Eşini bir marifetmiş gibi, toplum içinde de “bozan” küçümseyen, ezen, aşağılayan “insansı”, adam diye nitelendirilmeyi haketmiyor, çünkü bu adam olmuşlara hakaret olur. (kimsenin kimseyi hiç bir ortamda aşağılama, küçümseme, bozma ve her neyse… hakkı yoktur, yok.)
Sonra…Sonra, onları sonraya bırakmadık, geride bıraktık, kaldılar, dünde.
Acaba gökten düşen üç elmadan biri, o adamın başına düşseydi, o elmanın büyüsü, o beyefendiyi saygılı, şefkatli, merhametli, sevgi dolu, kibar yapar mıydı? Yoksa bazıları fıtratı böyle olduğu için, yaşadığı sürece iflah olmaz mı?
HOMO SINE HOMINE / Adamsız Adam ile ilgili 2 yorum
HOMO SINE HOMINE / Adamsız Adam

“HOMO SINE HOMINE / Adamsız Adam” için 2 cevap
-
Benim bir arkadaşım böyle. Susturamazsın!
En son ” Yeter lan” diye sustururum. Ama o ya yalnız değil, karısı da öyle. Ama birbirlerini bozmazlar😀BeğenBeğen
-
Karı koca iyi anlaşıyor o halde, tencere kapak misali :))
BeğenBeğen
-
