ULTRA POSSE NEMO OBLÍGATUR / Kimse Yapabileceğinin Ötesinde Zorlanamaz

Utanç duygusu çok kıymetli bir duygu. Verdikleri zarardan hiç utanmayan, hatta zararın, kötülüğün farkında bile olmayanlardan öğrendim bunu, yani hiç ama hiç utanmayanlar öğretti. Yaptıklarından utan(a)mayanların, yaptıklarından utanıyorum.
“Verdiği utangaçlık için Tanrı’ya şükrediyorum. utangaçlığım beni yozlaşmaktan koruyor”

Almancadaki “Fremdschämen” kelimesi, başkasının yaptıklarından dolayı, onun yerine, onun için utanmak demek. Türkçede bu anlama gelen, böyle bir kelime var mı, bilmiyorum. Bildiğim son birkaç yıldır, bu duyguyu çok sık yaşadığım. Utanmak çok özel bir duygu, çok sık, zarif ve incelik içeren. Günümüzde hâlâ utanmayı bilmek, yüzünün kızarması, kızarabilmesi insana kalite ve asalet katan melekelerden, insanî ve ahlaki bir değer, bencileyin. Tabii ki asıl önemlisi, utanacak durumlara düşmemek, ama sonuçta sadece insanız, belki de insan olma yolculuğundaki insanı beşer demek lazım, o yüzden hatalar da, günahlar da, yanlışlar da “bize” tabii, Insanı geliştirense, hatayı, yanlışı, günahı farkedince, bundan dönebilmek, ısrarcı olmamak, yüzün utanmaktan al al olması ve “günah/çirkin/yanlış/yanılış” tavırların yapıldığı insana, kendini affettirmek, helalleşmek (çok mu basit geldi? Karma der susarım) ve yine, yeniden aynı durumlara mahal vermeme bilinciyle, kendini affetmek!

Ben utanma duyguma, utanmazlar yüzünden daha çok sarıldım, onlara baktıkça, onları gördükçe onlar adına utandım; yalanı pembe/mavi, küçük/basit diyerek hayatının içine nakşeden, ağzında gümüş/altın kaşık ve bir parça zorlama yetenekle doğduğu için, “kaşar” olmayı bir marifet gibi övünerek anlatan, etik ve insanî değerleri gelir geçer bir “heves” olarak görüp, onları mış gibi yaşayıp, yok sayan ve bunu yine yeniden hep tekrarlayan, bencillikle yaşayıp, ekmeden biçen, her iyi şeyi hep kendine yontan, paylaşmak, vermek, dayanışmak gerektiğinde kaçan, “kendi gibi olmayan ” herkesi diploma, para, görgü diyerek küçümseyen, duygusal olmayı “banal” sayıp, insanın acısına bile saygı duyamayan insanlar adına çok utandım son yıllarda, zalim zamanlarda! Malum hiç bir şey tek başına gelmez, bana da hepsi, beşi bir
yerde, cümbür cemaat geldiler. O kadar emindiler ki, iyi misafir edileceklerinden, çünkü tav8rlarımla “alın beni tepe tepe kullanın” demişim meğer; herkese “fazla mütevazı olma, inanırlar” diye ahkâm keserken, kendimi unutmuşum meğer; iyi ev sahibi de olunca, baş köşeme kurulmaları da, kaçınılmaz olmuş;
çünkü “Misafir ağırlamak ve onu memnun etmek; bir incelik, hatta bir sanattır. Gönül insanı olmayanlar, bu sanatın inceliğini kavrayamaz.” Öyle bildim, bilmiştim. Hâla öyle bilsem de, her şey herkese uymuyormuş meğer! Sonra ne mi oldu? Onlara ayna tutmaya çalıştım, yanlışın, yanılışın, hatanın yerini göstermeye çalıştım, duygularımı, hislerimi, hallerimi anlatmaya çalıştım, onları anlamaya çalıştım, yani marifet gibi uzlaşmaya çalıştım. Çünkü hiç biri kötü değildi, sadece kötü bir “şey” yapmışlardı nazarımda ve bu düzeltilirdi. Oysa ben böyle davrandıkça, o insanların kabalık, terbiyesizlik ve cüretkarlıkları arttı. (Sonradan anladım ki, zamanında hayır, höyytt ve dur bakalım demediğim için, bunları yaşamışım, sonradan anladım ki “yalnız kalma korkusuyla” pekişen, öz değer eksikliğiyle bu davranışlara yardım ve yataklık etmişim)
Sonra? Sonra onlar dünde kaldı, bana bu yazıları yazdırarak, beni büyüterek, derimi kalınlaştırarak ve tecrübe “arşivimi” zenginleştirerek bana katkı sağladılar, hâlâ da beni büyütmeye devam ediyorlar; ben ise bugüne taşındım, şahane insanlarla birlikte!

“Kendi etrafımı dolaşabilirim, ama kendimden öteye geçemem.” Geçemedim!
Canan Kayışlı


Yorum bırakın