VERBA VOLANT SCRİPTA MANENT/ Söz Uçar Yazı Kalır

Son zamanlarda bazı konularda sözümü tutamıyorum; sık sık olmasa da, söz akittir dememe rağmen, “sözümü yediğim” durumlar olmaya başladı; pişman değilim, bundan utanmıyorum da; çünkü bazı kişilerin, çok rahat bir şekilde, yüzleri de kızarmadan “çok önemli” bir şeylerden, bir yerlerden döndüğü zamanlarda, artık kendimi çok da kasmama kararı aldım. Maalesef, üzüntüyle beni hiç tanımadıklarını anladığım bazılarının “Kurgu” suçlamalarına maruz kalınca, birilerine ayna olma ve “kral çıplak” demek zorunda kaldım. Yalnız itiraf etmeliyim ki, hâlâ can taşıyanlar için, dilim can yakıcı olabiliyor zaman zaman, ama şiir ve aşk çarpsın ki, söylediğim her şey gerçek, yalan yok, bir katre bile; yalansız, iftirasız ve kurgusuz; görene, duyana, bilene. Peki ben ayna tutunca, peki ben kral çıplak deyince ne oldu ki? Hiç… Benim “Dünya yıkıldı, altında kaldım” diye veryansın ettiğim “Olmamalı” dediğim her şey, çoğu insan için günlük çerez olunca, hiç oluyor, hiç. Ben de bir h/iç olunca, var olmayı onlara bıraktım. Var/yoklar birbirini “Geçmiş olsun” ve “Hayırlı işler” diyerek ağırlamakta, üstelik pohpoh ve iltifatlarla; tatlı niyetine.
“Kimsem yok” mu demiştin? Asıl mesele, sen var mısın, neredesin, kimdesin?

Yıllar önce değil, bir “güzel” yalan söylemiştim; amaç birini korumaktı, onurunu korumaktı; ayağıma, elime dolandı, yüzüme bulaştı, bedeli pek bir ağır oldu! Yalan ve saygısızlık kırmızı çizgim desem de, asıl saygısızlığı kendime yaptım ve yaptırdım. Olayın mahiyetini anlatmayınca birileri “Canan Hanım geçmiş olsun ” da diyemedi; bana kaldı, hem utancım, hem de cezası, haketmiştim, çünkü “hiç bir iyilik cezasız kalmaz”. Bana bunun öğretisi ise şuydu: kendini ve değerlerini harcayarak, hiç kimse için, hiç bir şey yapma!
Ben bir yalanla bu kadar bedel öderken, insanın gözünün içine baka baka yalan söyleyenler, siz bu ağırlığı nasıl kaldırıyorsunuz, bedelini ödemiyor musunuz yoksa? Sanırım fakirin, karnını doyurmak için, bir ekmek çalıp hapis yatması, arsızın ise yatları, katları götürüp saltanat sürmesi misali benim yalanım. Demek ki, tek yalan, çok ceza; çok yalan, hiç cezaymış ve hatta ödüller, taltifler, hediyeler demekmiş! Ama ben yine de, o taraklara hiç bulaşmayayım, o t/araklar da sizin olsun!

Ben aslında gittim, gitmiştim.
Ama dost yürekler, beni “rahat” bırakmadı, sözümden döndüm, ama özümden asla.

Döndüm! Bazılarının kendini semezan sanıp döndüğü gibi değil, bazılarının birbirinden güç alarak dönmesi gibi değil; canın cana saygı duruşuna durduğu devr-i Veled misali, semah döner gibi, gökten aldığını, toprağa verir gibi, çoğalmış ve çoğaltmış gibi döndüm, can makamında, can makamına döndüm. Zaten bir yere gitmemişim ki, kendimden başka gidecek bir yerim de yok!
Ben susamamıyorum da, “o” diye birinin dediği gibidilim söz kaynıyor, dimağ ise gani” (O yüzden de, liella.de benim için, günlük yazdığım bir defter gibi) yazmak benim için konuşmak demek, iç dökmesi ve ayrıca…
“Bakıyorsun; kitap okuyor, kalem tutuyor, gözlerini gönülden içeri sürdüğü gibi fikir de sürüyor ortaya. Nicelle nice bir derdi var, niteliğe vurgun. Dinliyorsun; tiyatro diyor, sinema diyor, şiir diyor, aşk diyor, sıradansızlık diyor, diyor da diyor…” Bu “adeta” benim, sanki beni yazmış yazan diyeceğim de, okumadan yazmak namümkün!
“Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur.
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur.”

Sesim bazılarının dediği gibi “birkaç kişilik” yüksek oktavdan; sanırım hayatım boyunca, tüm öncelikleri, hep bir başkasına verme ihtiyacıyla duyulmadığım, görülmediğim için, hem yüksek, hem de hızlı konuşurum, telaşlıyım. Ama övünmek gibi olsun, sesimin de, sözümün de tınısı bazen “Ninni ferahlığında” hakkedene. Yeni bir övgüye mazhar oldum “Sesin okşayıcı ve huzur verici” dedi bir arkadaş; verilen haklar, iltifatlar geri alınmaz, söylenen sözler de… Unutana, unutmuş gibi yapana, hatırı ve vefayı rafa kaldırana, delilleriyle, itinayla hatırlatılır. Sherlock Holmes Canan iş başında; ben olsam, ben de korkardım benden!
Her zaman munis, nahif olmadığımı biliyorum, bir kalkan olarak, sert ve keskinim de.(Kalkanımı indirdiğim insanlarıM da olmuştur. Pamuklara sardıklarım; savunmasız kaldığımda beni “haşat” eden vefa nasipsizleri!)

Vefa sizin için sadece, sizin oraların bir semti, benim ise yürek bağım; vefa sizin, içini boşaltarak, kendinize yonttuğunuz bir kelime, benim ise can cana dediğim insanıma eyvallahım! Ama Ahde vefa bilmeyene, eyvellahlar da geçersiz artık! Aynı dili konuşmak, aynı duyguda, aynı değerlerde buluşmak demek değilmiş, hadi diyelim söz hükmünü yitirir de, öz hükmünü nasıl yitirir? Ben “Sözde, özde, yüzde, közde, düzde ve sazda bir insan olmaya geldim” Ve…”Serimi meydana koymaya geldim”
Ya sizler?

“Buna göre kişi kendisinin hem öznesi, hem de nesnesi durumundadır, kişi gelişmiş bir farkındalıkla, kendisinin hem celladı hem de kurbanı durumundadır. Sürekli bir değişim (illa ki gelişim yönünde) olmak zorundadır. Olduğu kişiden olması gereken kişiye doğru sürekli bir hareket mevcuttur ve olması gereken budur, bedeli çok önemli değildir, çünkü yerinde durmayı kendi varlığına hakaret olarak görür.”

Hepsi benim “Ben bir başkası” değil, ben benim. “Ben aramadığın kişiyim”. Kendimi o kadar iyi biliyorum ki! Üzerin(M)de çalıştığım için, daha çok da eksik ve törpülenmesi gereken yanlarımı biliyorum. Keşke herkes bilse ve kendisiyle yüzleşse. Ama herkes mükemmel olunca, yanlışlar, hatalar bana kaldı, amenna.

Başkalarıyla gereğinden fazla meşgul olmaktan dolayı, insan azalıyor, kendinde birikemiyor, “insan insanda ziyan oluyor” Ama bu görme, duyma, bilme demek değildir. Yanlışın, yanılışın palazlanmasına izin vermemek elzem, maazallah hatanın ilahları “kendini kuru fasulye gibi nimetten” sayarsa, vay halimize.
Suskunluğumun tınısı ise… Duyana şifa, duymak istemeyene… Duyma da gör!
“İnsanın kendi kendini üstlenip taşıması oldukça güç. Başkası olmak o yüzden kolay.” Ahh…Can sızısı neler yazdırıyor, bilirim,
tecrübeyle sabit, ama “başka” b/aşka ve çok hayatlar yaşayanlar, ahkâm kesmemeli ve birilerine de, kendi üzerinden aklanma izni vermemeli!

Dostoyevski, Yeraltından Notlarda der ki:
“Size yemin ederim ki, gereğinden fazla anlamak, bilinçlilik, bir hastalık gerçek bir hastalık. Ne kadar çok anladıysam o kadar çok derinlere battım, sıkıştım kaldım.
Hayatım boyunca, bir kaç kişinin suratına tokat atmadığım için, çok pişmanım.(Keskin söz tokatları attım ve asla pişman değilim)
Duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa, kendimi parçalayacak değilim elbette. Ama önümde duvar var diye, boyun eğmeyi de kabullenemem.”

Naçizane/acizane tavsiyem, hayatı sürükleyenlere biraz saygı duyun. Çünkü onlar, birilerine dayanarak, destek almak için her bedeli mübah sayarak, birilerinin eteği altına sığınarak yaşamıyorlar!
Hayat yaşanmak istiyor, hakettiği gibi, onurlu, dürüst, mert ve yalansız.

Düş’e ve hayata düşmüşlerden arta kalanız biz!
Canan Kayışlı


“VERBA VOLANT SCRİPTA MANENT/ Söz Uçar Yazı Kalır” için 4 cevap

  1. Yeşim Seferoģlu Avatar
    Yeşim Seferoģlu

    Sabah sabah telefonu niye elime aldiysam,birden yazınızı gördüm.Iyi ki de görmüşüm .Ne güzel anlatmışsınız insanı,insanlığımızı…
    Size sağlık…👏👏👏

    Liked by 1 kişi

  2. Jülide göksel Avatar
    Jülide göksel

    çok güzel , hep yazın…. 💞

    Liked by 1 kişi

  3. Hülya Avatar
    Hülya

    Evet o güzel sesinin tınısı sayesinde tanıdım seni..yuvada kızıma kitap okuyan bu güzel ses beni grubun kapısına davet etti ve ben bu güzel kadınla tanıştım..ne güzel..harika bir yazı/sohbet olmuş😘

    Liked by 1 kişi

    1. Canan Kayışlı Avatar
      Canan Kayışlı

      Sen ne güzel bir dostsun. Bana “Kadın kadının yurdudur” dedirten birkaç kişiden birisin, iyi ki hayatımdasın…

      Beğen

Yeşim Seferoģlu için bir cevap yazın Cevabı iptal et